2013 yılına girmeye çok az kaldı. Her yıl sorulan en klasik sorulardan biri… Ve her sene din adamları bu konuda cevap vermek zorunda kalır
Mehmed Paksu yılın bu sorusuna bakın nasıl cevap verdi:
Eski insanların düz mü, yuvarlak mı diye tartışıp durdukları dünya gün geçtikçe iyice küçülüyor. Çeşitli ulaşım ve haberleşme vâsıtaları yardımıyla bu gerçeği hepimiz fark ediyoruz
10-15 saatte dünyanın en uzak bir ucuna gidebilme, bütün ülkelerde olup bitenleri televizyonda seyretme imkânına sahibiz. Bu gelişme ve ilerleyişin iyi tarafları olduğu gibi, zararlı yönleri de vardır. Çünkü, olayları kendi arzularımıza göre yönlendirmemiz, istediğimiz şekle kanalize etmemiz mümkün değildir. Bunun için iyisi de, kötüsü de kapımızı çalmakta, hayatımıza girmek için izin istemektedir. Her “yeniliğe” gümrüksüz olarak geçiş izni verirsek, beraberinde getirdiği her şeyi peşinen kabullenmiş oluyoruz demektir.
Başta Avrupa ve Amerika olmak üzere yabancı kaynaklı âdet, yaşayış tarzları, görgü kuralları, gazete, dergi, kitap, radyo, televizyon, internet gibi basın ve yayın organlarıyla sosyal hayatımıza karışmakta, günlük yaşantımıza girmektedir. Sevgililer günü, evlilik yıldönümü, anneler günü, doğum günü ve yılbaşı bu yeni adetlerden birkaçı.
Bu “ithal” âdetler bizim ne daha önceki millî âdetlerimizde vardı, ne de sünnette ve İslâmî geleneklerimizde…
Fakat kabul edelim veya etmeyelim; bu âdetleri kendi evimize sokmasak bile, yakınlarımızda ve çevremizde görüyoruz. Bazen kendimizi böyle bir kutlamanın içinde bulduğumuz bile oluyor.
Öyleyse bir âdet olarak bu yenilikler karşısında nasıl bir tavır takınmalıyız?
Bu çeşit meselelerde niyet başta gelir. Neyi düşünerek, aklından hangi maksadı geçirerek yapıyorsa, kişi ona göre karşılık görür.
Meselâ, ihmal ederek yıl boyu görüp gözetmediği, arayıp sormadığı annesini sadece “anneler günü” geldi diye, bir hediye alarak yanına varır, halini-hatırını sorarsa; bu ziyâreti dinin kendisinden istediği bir yükümlülük olarak değil de, sadece Batıdan gelen bir âdet şeklinde yaptığı için ne sevâbını alır, ne de mükâfatını görür. İşte, İslâm’ın benimsemediği bid’at budur. Yılbaşı geldiği zaman da, Hıristiyan dünyası yapıyor diye onlara uyarak çam diker, hindi keser, eğlenceler düzenlerse, şüphesiz, bu da meşru olan bir davranış sa
Bütün bunlarda kişi iyi niyet ta
“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa onlardan sayılır.” (Ebû Davud, Libas: 4)
Yâni Ancak bu âdetleri hayra dönüştürme durumu da vardır.
Hemen her fırsatta, imkânımız dahilinde anne-babamıza gereken ilgiyi gösterir; bunun yanında “anneler, babalar günü” geldiğinde de o vesileyle gönüllerini hoş edersek, bu güzel bir şey olur. onları taklit ettiği için sorumlu olur, günaha girer.
Yılbaşı için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Bir mü’min için yılbaşı, ömür binasından bir taşın daha düştüğünün işâretidir. Ahiret yurduna biraz daha yaklaştığımızın işaretidir. Bu şuur ve uyanıklık içinde her zaman yapmayı bir alışkanlık haline getirdiğimiz gibi, yılbaşında daZaten, Müslümanlar olarak övünç kaynağımız Peygamberimizin (a.s.m.) doğum yıldönümünü mevlitler, hatimler, dualar ve salâvatlarla kutlamıyor muyuz? Yâni, diğer bir ifâde ile Batı kaynaklı bu âdetleri Müslümanlaştırırsak hem kendimiz istifade ederiz, hem de başkalarına örnek oluruz. aynı muhasebeyi yapsak hiç de zararlı bir şey olmaz.