Mimarlık sanatı ilkçağlardan günümüze, Dünyanın çeşitli bölgelerinde nasıl bir gelişim göstermiştir, özellikleri, tarihçesi hakkında bilgi.
Taş devrinde yaşayan insanlar «kromlek» denilen tapınaklar, «dolmen» denilen mezarlar yapmışlardı. Bunlar, gayet iri taşların ya dikilmesi, ya da üst üste konulmasıyla elde ediliyordu. İnsan gücünün üstünde olduğu için, bu büyüklükteki taşları kaldırıp yerleştirmekte ya kaldıraca benzer araçlar kullanılmış, ya da bitkilerden yapma halatlardan faydalanılmış olsa gerektir.
Mezopotamya mimarlığında taş yerine kerpiçle tuğla kullanıldığı için, zamanla bu eserler harap olmuştur. Biçimleri de, Mısır yapılarından çok farklıydı. M.Ö. 5000 yılına kadar giden bu mimarlık, Mısır’dan da eskidir. Bütün İlkçağ sanatı gibi, bu mimarlık da sa ray, tapınak, mezar vermiştir. Ziggurat denilen piramit ve kulelere, dıştan rampa sistemiyle çıkılırdı. Pencere yerine mazgal deliği açarlardı. Kubbe de, Mezopotamya mimarlığının icadıdır. Çünkü o devir insanları yapılarını başka türlü örtmek imkânını bulamamışlardı.
M.Ö. 4000 yıllarından kalmış olan Truva (Troia) höyüğiyle mimarlığın tarihi çağları başlamış oluyor. Anadolu’daki bu şehir kalıntısında evler, basit bir «megaron» (hücre) den ibarettir. Eskiçağ’ın en büyük mimarlık eserleri Mısır’da görülür. Evler, dayanıklı olmayan ahşap, kiremit gibi malzemeden yapıldığı için günümüze bir şey kalmamıştır. Yalnız, mezarlar, tapınaklar sapasağlam duruyor. Firavun mezarları, Ehramlar çok büyüktü, «lâbirent» denilen koridorlarla, içeriye giren yabancının çıkamaması, son hücredeki firavun mumyasının rahat etmesi sağlanmıştı. «Mastaba» denilen özel kişi mezarları ise çok küçüktü. Nil vâdisinde, Luksor, Karnak, Edmu, File gibi yerlerde yapılan büyük tapınaklar, sütunlu mimarlığın en güzel örneklerini veriyordu. Bunlar harçsız taş yığınlarından meydana getirilmişti.
Hitit mimarlığında ise evler, yaş temel üzerine tuğla duvarlarla, tek kat üzerine yayvan olarak yapılmıştır. Hititler’in tapınakları açık havada, kayalardan faydalanılarak meydana getirilmiştir.
İran mimarlığında hem taş, hem tuğla kullanılmıştır. Nispetsiz, ağır görünüşlü duvarlar renkli çinilerle süslenmiştir. Persepolis, Sus Sarayı gibi kalıntıları vardır. Geniş merdivenlerden faydalanmışlardır. Asur mimarlığının bir devamıdır.
Eski Yunan mimarlığı, İlkçağ’da, Mısır’dan sonra en kendine özgü örnekler vermiştir Kuvvetli matematik düzene dayanmıştır. Yunan tapınağı, megaron tipinden türemiş çok basit, ama gayet âhenkli bir dikdörtgenden ibaretti. «Peristil» denilen sütunlu taraçayla çevrelenmişti. Atina Akropolusu’nda olduğu gibi epeyce örneği vardır. Üçgen bir alınlık cepheyi kaplardı. Dori düzeni (Parthenon Tapınağı), İyoniyen düzeni (Erehteiyon Tapınağı), Korintos düzeni gibi üç üslûptan geçmiştir. Yunan mimarlığının öbür büyük eserleri tiyatrolar, amfiteatrlarla stadyumlardır. Yunan tiyatrosunun en güzel örneklerinden biri Efes’tedir.
Roma mimarlığı ise bir ev ve site mimarlığıdır. Romalılar Mezopotamya’dan aktardıkları kubbeyi de kullanmışlardır. Duvarlarında heykel koymak için kubbeli yuvalar, iç duvarlarda ise sıva resimleri (freskler) bu mimarlığın özelliklerindendir. Pompei, Herculanum yıkıntılarından başka Roma’daki Colosseum gibi büyük yapılar bırakmıştır.
Ortaçağ mimarlığı Hıristiyan kiliseleriyle başlar. O devrin kiliseleri, Yunan megaronu tipine yakın, basit bir tapınaktır. Ayasofya büyük kilise yapılarına geçişin en güzel örneğidir.
Avrupa’da XI. yüzyıldan sonra, Roman mimarlığı ortaya çıktı. Bu üslûpta tapınak, köy yapıları kadar sade, hantaldı. Tahta çatı yerine kubbe kullanıldığı için bu kubbeyi çekecek duvarlar gayet kalın örülüyordu. Bunun ardından Golik devir geldi. Sivri kuleleriyle renkli pencereleriyle, göklere dev gibi yükselen kiliseler yapıldı. Gotik devir XVII. yüzyı lın yarısından Rönesans’a kadar sürdü. Rönesans mimarlığı, kiliselerden çok saraylarla, özel yapılarla da uğraştı. Bramante, Michelangelo gibi büyük mimarlar yetişti. Louvre Sarayı bu devirde yapılmaya başlandı. İspanya’ da güzel eserler meydana getirildi. Almanya, Danimarka, İngiltere, eskiye bağlı kaldılar. Elisabeth devrinde, İngiltere’de eskiyi devam ettirenlerin yanında İtalyan tesiri görüldü. Christopher Wren gibi, sivil mimarlıkta güzel eserler bırakan mimarlar yetişti.
XVIII. yüzyılda, Fransa’da Rejans (Regence) üslûbu görülür. İtalyan tipi basık evler, konaklar yayılmış, iç süslemeye önem verilmiştir. Yavaş yavaş klâsik bir üslûba doğru gidilmiştir. İtalya’da klâsik üslûbu Bernini, «rokoko» denilen süslemeli, oymalı üslûbu da Borromini temsil ederler. Yüzyılın ikinci yarısında, Barok üslûbu bütün Avrupaya yayıldı. Klâsik devreden sonra gerçekçi, romantik devre gibi teferruatta birbirinden ayrılan, esasta ise yeni bir araştırmaya girişmeyen çeşitli devreler geldi. XVIII. yüzyılın sonlarında, en çok İngiltere’de, demir, mimarlık malzemesi haline girdi. XX. yüzyılın başlarında ise, çağın hayat anlayışıyla ilgili olarak çeşitli görüşler ortaya atıldı. İsviçreli bir Fransız, Le Corbusier diye tanınan Pierre Jeanneret, «fonksiyonalizm» dediği görüşle blok binalar yaptı. Yüzlerce aileyi, çarşısı, sineması, her türlü ihtiyacıyla içinde barındıran işçi evleri, «fonksiyonel» (belirli işe yarar) mimarlığın eseridir.