GİRİT. Girit, 250 kilometre uzunluğunda dar bir adadır. İklimi kurak, arazisi dağlık olan bu adada yaşayanlar genellikle yoksuldur. Böyle olmakla birlikte bu ada 4 000 yıl önce, bütün fiğe dünyasına ışık saçan çok parlak bir uygarlığın merkezi oldu. Usta gemici olan Giritliler, Doğu ‘Akdeniz’e kadar uzanan ilk denizcilerdi. Bunlar başka ülkelerle ilişkiler kurarak birçok teknik bilgi ve hammadde edindiler ve bu sayede, hem madenleri işlediler, hem de özgün elsanatlannı (özellikle ‘çömlek-çilik, ‘dokumacılık) geliştirdiler. Girit evlerinde, başka ulusların ancak yüzyıllar sonra öğrenebildiği bir rahatlık ve konfor vardı. Ayrıca Girit, ilk Yunanlılara iyi örgütlenmiş siyasal bir yaşam ve öncelikle her yurttaşın esenliğini amaç edinen bir uygarlık örneği verdi.
yaşama sevinci
Onlardan kalan resim ve heykellere bakarak, dansların ve oyunların birbirini izlediği birtakım bayramlar düzenleyen Giritlilerin, yaşantısının özgün yönlerini gözümüzde canlandırabiliyoruz. Girit’li gençler yumruk ve ‘boğa güreşlerinde kuvvet ve çeviklik yarışı yaparlardı: fresklerde onların bir boğanın önüne atılarak hayvanın boynuzlarının üzerinden takla attıkları görülür.
Kadınlar da bu eğlencelere katılıyordu: ister rahibe, ister oyuncu, ister seyirci olsun onlar da erkekler gibi her topluluğa girer ve büyük bir özgürlük içinde yaşarlardı.
Girit resim sanatı, insan vücudunun zarafet ve güzelliğini dile getirir. Girit sarayları savunma amacına göre değil, tatlı bir hayat yaşama amacına uygun biçimde düzenlenmiştir: çevresinde sur yoktur, içinde küçük, loş ve serin odalar vardır. Duvarlarında ağır süslemeler, masal hay-vanlarının karmakarışık yer aldığı canlı renkli arabeskler bulunur. Çünkü Girit uygarlığının özgün yanı mutluluk ve âhenge dayanır.
Knossos
Girit uygarlığının M.Ö. 2200′- den başlayarak merkezi durumuna giren Knossos kenti, adanın ortasında yer alan Kairatos vâdisirıde, güneyden kuzeye u- zanan yol üzerinde, kuzey kıyıdaki Amnisos Limam’na 5 km uzaklıkta kurulmuştu. XIX. yy.ın sonlarına doğru, bu bölgede yapılan kazılar sonunda, eski ve büyük bir uy-garlık ortaya çıkarılmış oldu. Kalıntılardan anlaşıldığına göre, Minos Sülâlesi’nden kralların oturduğu ünlü Knossos Sarayı, irili ufaklı birçok binadan oluşuyordu: kabul salonları, erkekler ve kadınlar için ayrı daireler, ambarlar, lojmanlar v.b. Büyük avluda düzenlenen şölenler sırasında boğa güreşleri bile yapıldığı sanılmaktadır. Kutsal Boğa, Knossos’ta hüküm süren Minos’un simgesidir. Bu saray M.Ö. 1700′e doğru bir dep-remde yıkılmıştır.
Kimi yerinde beş kata kadar yükselmek üzere yeniden yapılan, bir tiyatro ile tamamlanan saray, 1600 yıllarındaki bir depremde tekrar yıkıldı ve kentle birlikte yeni ve büyük bir onarıldı.
Coğrafya
Girit Yunanistan’ın 13 idari bölgesinden biridir. Yunanistan’ın en büyük, Doğu Akdeniz’in Kıbrıs ‘tan sonra ikinci büyük, Akdeniz’in beşinci büyük adasıdır. Girit Ege Denizi’nin güney sınırlarını belirler ve yüzölçümü 8,336 km²’dir. 2005 itibariyle nüfusu 650,000′dir. Adanın uzunluğu 260 km olup, genişliği ise Diyon burnu ile Litinon burnu arasındaki 60 km’lik en geniş mesafeden, doğu ucundaki Yerapetre kıstağında sadece 12 km’lik bir mesafe arasında değişmektedir. Girintili çıkıntılı sahil şeridinin toplam uzunluğu 1,000 km’ye ulaşmaktadır. Yunanistan anakarasının yaklaşık 160 km güneyinde yer alır.
Ada oldukça dağlık bir araziye sahiptir ve bu özelliğini en batıdan en doğuya uzanan aşağıdaki sıradağ zincirleri boyunca korumaktadır: Lefka Ori veya ‘Ak Dağlar’ (en yüksek noktası 2452 m), İdi sıradağları (en yüksek noktası Psiloritis 2456 m), Dikti dağları (en yüksek noktası 2148 m). Bu dağlar zincirinin arasında Lasiti, Omalos ve Nida ovaları gibi verimli düzlükler, Diktaion ve Idaion mağaraları ve ünlü Samarya geçidi gibi tabiat harikaları yer almaktadır.
Ekonomi
Geçmişte tarıma dayalı olan Girit ekonomik yapısı 1970′lerden itibaren temelden değişmeye başlamıştır. Tarım ve hayvancılık ada ekonomisinde hala önemli bir paya denk gelmekle birlikte, adanın ikliminden ve engebeli coğrafyasından kaynaklanan engeller nedeniyle tarıma dayalı sanayi üretimi belli bir düzeyin ötesine gidememiş, ancak özellikle turizm ile bağlantılı hizmetler sektörlerinde kaydadeğer ilerlemeler sağlanmıştır. Yine de özellikle zeytincilik adada oldukça gelişmiş olup, resmi kayıtlara göre 300.000 zeytin ağacı bulunmaktadır. Girit’te kişi başına düşen yıllık gelir Yunanistan ortalaması ile aynı düzeyde olup, işsizlik ise ülke genelindeki oranın yaklaşık yarısı düzeyinde seyretmektedir. Adada üç büyük havaalanı bulunmaktadır: Heraklion’daki (Kandiye) Nikos Kazancakis havaalanı, Hanya’daki Daskaloyannis askeri havaalanı ve Sitia’daki yeni açılmış sivil havaalanı.
Turizm
Girit Yunanistan’ın en popüler turizm bölgelerinden biridir. Yunanistan’a turistik girişlerin % 15′i Kandiye Heraklion havaalanından veya limanından gerçekleşmektedir, bu şehre inen charter uçaklarının sayısı Yunanistan’a inen toplam charter uçaklarının beşte birine denk gelmektedir. 2004 içinde toplam iki milyon turist Girit’i ziyaret etmiştir. Girit’te turizm Yunanistan genelinden de daha hızlı gelişmektedir. 1986-1991 döneminde Girit’teki otel yatak sayısı % 53 artarken Yunanistan’ın diğer bölgelerinde bu artış % 25′de kalmıştır. Lüks otellerden aile pansiyonlarına her çeşit turistik tercihe hitap edecek altyapı mevcuttur.
Girit Tarihi
Ada, Roma ve Doğu Roma İmparatorluğu egemenliklerinden sonra Arap işgaline uğramış ve 828-961 arasında Abbasiler’e bağlı Hafsiler tarafından yönetilmiştir. 6 Mart 961′de tekrar Doğu Roma egemenliğine girmiştir. Doğu Roma İmparatorluğu’nun çözülme döneminde Venedikliler tarafından ele geçirilmiştir. Girit, 1645′de I. İbrahim saltanatı döneminde Sünbül Ağa hadisesinin tetiklemesi üzerine başlatılan fetihle Osmanlı idaresine geçmiş, Venedik Cumhuriyeti’nin ada üzerinde 1204′den beri devam eden hakimiyetine böylece son verilmiştir. Adanın hemen hemen tamamı ve bu arada Hanya ve Resmo gibi önemli kentler Osmanlı İmparatorluğu tarafından kolaylıkla fethedilebilmişse de, en büyük merkez olan Kandiye kalesinin alınması 24 yıl sürmüş, 1669′da Fazıl Ahmet Paşa tarafından tamamlanabilmiştir. Adanın Osmanlı hakimiyetine geçişi ile Venedik Cumhuriyeti ‘nin Doğu Akdeniz’de yüzyıllardır süregelen önemli rolü son bulmuştur. Ege Denizi’nde ve Mora’da Venedik hakimiyetinde kalan birkaç küçük ada ve kale de müteakip yıllarda Osmanlı Devleti tarafından alınmıştır. Bu durum, Osmanlı fütuhatı açısından, Fatih Sultan Mehmet zamanından beri teker teker alınan Ege adalarının ve kıyı kalelerinin ve nihayet 1571′de Kıbrıs’ın (yine Venedik’ten) alınmasının mantıklı bir uzantısını teşkil etmiştir. 24 yıllık fetih ve hemen sonrasında, ilki Batı Avrupa medeniyeti açısından, ikincisi de Osmanlı kültür mozayiği bakımından önem arzeden iki ilginç gelişme cereyan etmiştir. Ada halkı 450 yıl süren Venedik yönetimi bünyesinde orijinal bir entelektüel kültür ve zümre yetiştirmiş bulunmaktaydı. Bu oluşumda Girit’in antik çağlardan beri muhafaza ettiği özgün benliğin ve 1453 ‘den sonra Bizans kültür odaklarının artık tarihe karışmalarının veya köklü bir kimlik değişimi yaşamalarının da etkisi olmuştur. Osmanlı fethi ile birlikte Venedikli Girit kültürel birikimin temsilcilerinden bir kısmı eski idarecileri ile birlikte Batı Avrupa’ya geçmişlerdir. Batı Avrupa ‘da aydınlanma çağı ruhunu besleyecek olan bu Giritli aydın şahsiyetler arasında en önemlisi İspanyol resim sanatının temeltaşlarından biri haline gelecek olan El Greco, veya asıl adıyla Domenikos Theotokopulos’tu. Aynı dönemde bir kısım Giritli de doğuya yöneldi. O dönemde olgunluk çağına ermiş bulunan Osmanlı bürokratik geleneğinin düzenli kayıtlarından takip edilebildiği üzere, fethin hemen ardından Girit yerli halkı arasında bir ihtidâ (İslamiyet’i kabul) süreci yaşandı. Osmanlı’nın Venediğe kıyasla dini inançlara müsamaha ve vergilendirme konularında ada halkı açısından kurtarıcı kimliğine bürünmüş olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. Girit’teki 250 yıllık Osmanlı yönetimi altında bu nüfus zaman içinde adaya Türk göçleri ile karıştı. Sonraki yüzyıllarda Girit Türkleri, bir yandan özgün bir kültür geliştirirken, bir yandan da Osmanlı Devleti’ne ve Anadolu’ya geri göçten sonra da Türkiye Cumhuriyeti’ne yönetim, edebiyat, bilim, eğitim alanlarında önemli katkılarda bulundular.
Girit Türkleri
Girit Türkleri, Girit adasının Osmanlı Devleti yönetiminde kaldığı 1645-1908 döneminde meydana gelen Türk göçlerinden, ada halkı içinde ihtida (İslamiyet’i kabul) süreciyle ve çeşitli Osmanlı tebası toplumlar arasındaki kaynaşmalarla asimilasyondan oluşmuş ve bu şekilde özgün bir kültür oluşturmuş bir Türk toplumudur. Osmanlı öncesi ada halkından İslamiyet’e geçenlerin bir kısmı 19. yüzyıl başında Yunan milliyetçiliği akımlarının etkisinde kalarak Hıristiyanlığa geri dönmüş (irtidad), Girit Türkleri toplumunun dışına çıkmışlar, müslüman kalanlar ise Türk kimliğini benimseyerek kendilerine Türk demişlerdir. Bu toplumun 19. yüzyıl sonlarında başlayan ve Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile tamamlanan Anadolu’ya (veya komşu coğrafyalara) geri göç hareketinin günümüze uzanan bireyleri Girit Türkleridir. Türk Giritliler veya kısaca Giritliler de denilir. Girit Türkleri’nin Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile Türkiye’ye gelenleri ağırlıklı olarak Çukurova,Ayvalık, İzmir, Bodrum, Side, Mudanya, Adana ve Mersin’e yerleşmişlerdir. Ayvalık ve Alibey/Cunda adasında halen nüfus çoğunluğunu teşkil eden Girit Türkleri arasında Yunanca’nın Girit lehçesi de günümüze dek kullanılmaktadır. Göç hareketi üç dalga halinde cereyan etmiştir. İlk dalga 19. yüzyıl sonlarında, adada Osmanlı hakimiyetinin zayıflamasıyla Anadolu’ya dönmeyi tercih edenler ve özellikle de adanın doğu kısmında 1897′de cereyan eden “toplu katliamlar”dan (terim olayların görgü şahidi olan İngiliz gazeteci-yazar Henry Noel Brailsford’a ait; “wholescale massacre” ) kaçabilenlerdir. İkinci dalga, yapısında adanın Türk-Müslüman azınlığı için temel haklar barındıran Girit Cumhuriyeti’nin (1896-1908) Osmanlı Devleti’nde II. Meşrutiyet’in ilanını takip eden dönemdeki otorite boşluğunu fırsat bilerek bir oldu bitti ile Yunanistan’a bağlanması ile ayrılmak durumunda kalanlardır. Üçüncü ve son dalga ise, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile dönmüştür.
Osmanlı Hakimiyetindeki Girit
Doğu Akdeniz’in Kıbrıs’tan sonraki en büyük adası olan Girit, XVII. yüzyılın ortalarında Osmanlı hakimiyeti altına girmiştir. Osmanlı Devleti yönettiği her bölgede uyguladığı adâletli ve hoşgörülü idâre tarzını Girit’te de icrâ etmiştir. Kandiye’nin fethinden Mora ihtilalinin başlangıcına kadar Osmanlı hakimiyeti altında geçen zaman zarfında Girit’te gözlenen sükûnet devresi, Osmanlı idâresinin özenli iç politika uygulamalarına rağmen devam edememiştir. Mora ve adalarda Rumlar tarafından çıkarılan isyanlar Girit adasına da sıçradı. 1821 yılında başlayan bu ilk isyanın bastırılması için II. Mahmut, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’yı görevlendirmiş ve isyanı bastırmıştır.
1830 yılında Yunanistan devleti kurulduğunda, Girit Rumları adanın bu devlete bağlanmasını sağlamak için yeniden isyan ettiler. Bu isyan da Mehmet Ali Paşa tarafından 1831 yılında bastırıldı. Ancak kendisine Girit valiliği de verilmiş olan ve kuvvetleri de adada bulunan Mehmet Ali Paşa Girit’i, buradan bir çıkarı olmayacağını anladığı için, 15 Temmuz 1840 tarihli Londra Antlaşması’ndan sonra boşaltmıştır. Girit’in Mehmet Ali Paşa’nın çekilmesinden sonra yeniden doğrudan Osmanlı idaresine geçmesinden az bir zaman sonra, Rumlar buraya tekrar dönmüş olan Yunan mültecileri tarafından isyana teşvik edildiler. Bu ayaklanma da, Osmanlı Devleti tarafından 1841 yılının ilk aylarında bastırıldı. Bu arada, yeni kurulmuş olan Yunan Devleti de Girit’teki Rumları isyana teşvik etmekte ve asilere her çeşit yardımı yapmaktaydı. Yunanistan, Mısır bunalımı sırasında Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor durumdan yararlanmak için, 10 Ağustos 1839′da koruyucusu olan üç büyük devlete bir muhtıra göndererek, Girit’in kendisine verilmesini istemiştir. Diğer taraftan da Teselya’ya çeteler göndererek, Makedonya ve Epir’de karışıklıklar çıkartmıştır. Ancak İngiltere, Yunanistan üzerinde Rusya’nın nüfûz kazanacağı endişesi ile Yunanistan’ın bu genişleme politikasını önlemiştir. Kırım Savaşı sırasında da, Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne savaş açmak istemesi, İngiltere ve Fransa tarafından engellenmiştir.
Yunanlıların ümit ve arzuları, 1864 yılında Yedi Ada’nın kendilerine verilmesi üzerine tekrar uyanmıştır. Rumların bulunduğu Ege’deki bütün adaları ele geçirerek büyük bir Yunanistan kurmak isteyen Yunanlılar, Girit’i de Osmanlı Devleti’nden kopartmak için tekrar harekete geçmişlerdir. Adaya gönderilen papaz ve öğretmenlerle Rum halkını isyana teşvik edilmiş ve 1866 Ağustos ayında Girit ilk defa geniş ölçüde bir ayaklanmaya sahne olmuştur. Rumlar kendi kendilerine geçici bir hükûmet kurarak, Girit’in Yunanistan’a ilhâk edildiğini ilân ettiler.
Osmanlı Devleti, isyanı bastırmak üzere harekete geçti. Fakat Avrupa devletleri bu defa da işe karıştı. Fransa ve Rusya’nın Girit’in Yunanistan’a terki veya özerklik verilmesi önerisi Babıâli tarafından reddedildi. Asilere, Yunanistan ve diğer ülkelerden gönüllü ve yardım gelmekteydi. 1867 Mayıs’ında Rusya’nın da onayını alan Fransa, Girit halkının şikâyet ve isteklerini belirlemek üzere, adaya milletlerarası bir komisyon gönderilmesini teklif etti. Fakat, Osmanlı Devleti ile İngiltere ve Avusturya bu teklife karşı çıktılar. Bunun üzerine Fransa, tasarıda, gönderilecek komisyona Osmanlı Devleti’nin de bir heyet ile dahil edilmesi şeklinde değişiklik yaptı. Buna mütareke talebini de ilave ederek Rusya, İtalya ve Prusya ile müştereken, Osmanlı Devleti nezdinde yeni bir teşebbüste bulundu. Ancak Osmanlı Devleti bu teklifi de içişlerine karışma sayarak reddetti. İngiltere ise Girit meselesinin, Osmanlı Devleti’nin yerel bir problemi olarak kalmasını istiyordu. Bu arada yapımı sürdürülen Süveyş Kanalı açılınca, Hindistan yolu üzerinde bulunan Girit’in önemi bir kat daha artacaktı. Bu bakımdan da adanın statükosunun devamında yarar görüyordu. Avrupa devletlerinin devam eden baskısı sonucunda Babıâli 12 Eylül 1867′de Girit’te genel af ilan etmeye razı oldu. 28 Ekim’de Fuat Paşa, Sadrazam Âli Paşa’nın Girit’te tatbik edeceği tafsilatlı ıslahat programını ilgili devletlere gönderdi. Ancak tatbike konulması düşünülen program Fransa’yı memnun etmedi. Bunun üzerine Fransa, Rusya, Prusya ve İtalya, Babıâli’ye verdikleri notada, Osmanlı Devleti’nin İngiltere’nin tutumundan cesaret alıp, diğer devletlerin fikirlerini gözönünde tutmadığını, kendi teklif ettikleri ıslahat programlarını uygulamadığını ve bundan meydana gelebilecek hiçbir şeyin sorumluluğunu kabul etmediklerini bildirmişlerdir. Londra Siyasal Bilgiler Fakültesi hocalarından Kenneth Bourne nota hakkında; “Bu nota vaziyeti olduğu gibi bırakmak şöyle dursun adeta bir afetin kapısını açıyordu”. yorumunu yapmıştır.
Bu şartlar altında Sadrazam Âli Paşa 6 Ekim 1867′de Girit’e vardı ve hazırlanan ıslahat programını açıkladı. Buna göre: “Vergiler önemli ölçüde azaltılacak; valinin yanında biri Müslüman, diğeri Hıristiyan olmak üzere iki danışman bulunacak; yerel ve genel meclisler kurulacak, bunların üyeleri Müslüman ve Hıristiyanlardan seçilecek; ada gerektiği kadar sancaklara ayrılacak ve bunların başına getirileceklerin yarısı Müslüman, yarısı Hıristiyan olacak; adada resmî yazışmalar Türkçe ve Rumca olmak üzere iki dilde yapılacaktı”. Böylece Girit’e özerklik veren bir yönetim şekli getirilmiş ve Girit isyanı da yatışmaya başlamıştı. Girit’teki durumun sâkinleşmesinden hoşlanmayan Yunanistan bu kez de Yunanistan’a gelen Girit göçmenlerinin adaya dönmesini devletlerarası bir mesele haline getirmeye çalıştı. Ancak, göçmenlerin Yunanistan’da karşılaştıkları kötü şartlar, Yunanistan’ın aleyhinde bir durum oluşturdu. Göçmenler Girit’e dönmek istiyor, fakat anlaşmazlık çıkartacak bir kozdan yoksun kalmak istemeyen Yunanistan buna izin vermiyordu. Babıâli, 1868 Kasım ayı sonlarına doğru göçmenlerin Girit’e serbestçe dönmesini istedi. Osmanlı Devleti, 11 Aralık 1868′de Yunanistan’a verdiği notanın reddedilmesi üzerine de Yunanistan ile ilişkilerini kesti. Ortaya çıkan savaş durumunu gidermek için harekete geçen büyük devletler, 9 Ocak 1869′da Paris’te bir konferans topladılar.
Fransa, İngiltere, Rusya, İtalya, Prusya, Avusturya ve Osmanlı Devleti’nin katılımıyla gerçekleşen konferansa Yunanistan katılmadı. Uzun süren müzâkerelerden sonra, Paris Konferansı’nın resmi bildirisi 20 Ocak 1869′da kabul edildi. Bu bildiri Yunanistan Hükûmeti’nin Osmanlı Devleti’ne karşı çeteler toplamasını ve Yunanistan limanlarından Giritli âsîlere malzeme taşıyan gemilerin donatımını yasak edip mültecilerin de Girit’e dönmelerine mani olunmamasını talep ediyordu.
Büyük devletler bu bildiri ile Yunanistan’ı hareketlerinden dolayı suçladıklarını açıkça belli etmişlerdir. Yunanistan’a bildiriye ek olarak verilen notada da bildiride ifade edilen maddelerin en geç bir hafta içinde kabul edilmemesi halinde, Yunanistan’ın hareketlerinden doğacak sonuçlar karşısında yalnız bırakılacağını ihtar etmişlerdi. Yunanistan hükûmeti, konferansa katılan devletlerin bu baskısı karşısında, 6 Şubat 1869′da bildiriyi kabul etmek zorunda kaldı. Böylece, İngiltere’nin isteği doğrultusunda statükonun korunması esas alınarak Doğu Akdeniz bunalımı önlenmiş ve Osmanlı-Yunan anlaşmazlığı ile Girit meselesi geçici de olsa sona ermiştir. Girit Rumları, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında, Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü zor durumdan yararlanmak amacıyla, Yunanistan’ın da teşviki sonucu yeniden isyan etmişlerdir. Rusya da, Ayastefanos Antlaşması’na, Girit adasında ıslahat yapılmasını ve uygulanmasını isteyen bir madde koyarak, konunun devletlerarası bir nitelik almasına sebep olmuştur. İngiltere ise Rusya’nın adaya tek taraflı olarak müdahalesini önlemek üzere, Girit meselesini Berlin Konferansı’na getirdi. Kongre, Berlin Antlaşması’nın 23. maddesine; Girit’te 1868 nizamnâmesi esaslarına göre ıslahat yapılmasını ve Osmanlı Devleti’nin bu konuda Avrupa devletlerine bilgi vermesi kaydını koydu.
Bu madde Osmanlı Devleti’nin Girit üzerindeki hâkimiyetini biraz daha kaybetmesine yol açtı. Nitekim sonradan büyük devletler, Osmanlı Devleti tarafından verilen bu vaadin yerine getirilmesini istediler. Bu vazife ile Girit’e gönderilen Gazi Ahmet Muhtar Paşa ile âsîler arasında, konsolosların kontrolü altında, Hanya’ya yakın Halepa mevkiinde müzakereler yapılarak, 23 Ekim 1878′de bir mukavelenâme imzalandı. “Halepa Mukavelenamesi”‘nin başlıca hükümleri şunlardır:
1- Girit genel valisi, beş yıl müddetle tayin edilecektir; genel vali, Müslüman veya Hıristiyan olabilecektir. Müslüman olduğu takdirde Hıristiyan, Hıristiyan olduğu takdirde, Müslüman bir yardımcısı bulunacaktır.
2- Vilâyet Genel Meclisi 80 üyeden oluşacak; bunlardan 49′u Hıristiyan, 31′i Müslüman olacaktır. Meclis yılda bir defa toplanacak, mahallî ihtiyaçlar hakkında karar verecektir.
3- Memurlar öncelikli olarak yerliler arasından seçilecektir.
4- Rumca, Türkçe gibi resmî dil olarak kabul edilecektir.
5- Vergi gelirlerinin fazlası adanın amme hizmetleri için kullanılacaktır.
6- Kâğıt paranın tedavülü yasak olacak, basın hürriyeti sağlanacaktır.
Böylece, Halepa Mukavelenamesi ile verilen yeni haklar ve getirilen düzenle, Rum halkın Girit’in yönetiminde daha etkili olması sağlanmıştır.
Girit’i Yunanistan’a Bağlama Girişimleri
Türk-Yunan savaşı, Girit meselesi yüzünden çıkmış, buna rağmen barış antlaşmasının hiçbir yerinde Girit anlaşmazlığından ve hal şeklinden bahsedil*memişti. Barışın imzalanmasından iki hafta sonra da 18 Aralık 1897 tarihinde büyük devletler, Girit’in özerkliğini ilan ettiler. Buna göre Girit adası Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde tarafsız ve muhtariyete sahip bir eyalet oluyordu. Adaya, ilgili devletlerin de onayı ile Sultan tarafından beş yıl için Hıristiyan bir vali tayin edilecekti. Türklerin de temsil edildiği seçilmiş bir yasama meclisi bulunacak, onun kararları Osmanlı Devleti’nin müdahalesi olmadan valinin onayıyla yürürlüğe girecekti. Türklerin can güvenliği ve mal emniyeti temin olunduktan sonra Türk askeri adadan çekilecekti. Girit idaresi, Osmanlı Devleti hazinesine yıllık maktu bir vergi ödeyecekti.
18 Aralık 1897′de büyük devletler Girit’in Osmanlı hakimiyetinde özerk hale getirildiğini açıkladıkları sırada adanın dağlık bölgelerinde Türk ve Rum halkları arasında çatışmalar devam ediyordu. Osmanlı Hükûmeti adaya eski sadrazamlardan Cevat Paşa’yı göndererek duruma hakim olmaya çalıştı. Cevat Paşa’nın varlığı Türklerin moralini yükselttiğinden kırsal bölgelerde Rum baskı*sına dayanamayarak Kandiye’ye sığınan Türklerle şehrin Türk unsuru birleşerek Rumlara karşı koydular. Çıkan olaylarda İngiliz konsolosu da öldürüldü. İngiliz amirali şehrin Osmanlı komutanından, silah kullananların kendisine teslimini istedi. Evler aranarak birçok kişi tevkif edilip İngiliz gemilerinde hapsedildi.
4 Ekim 1898′de adayı işgal eden büyük devletlerin Girit’teki karışık*lıklardan, Osmanlı yönetimini sorumlu tutan ortak notası, Fransız elçisi tara*fından Babıâli’ye verildi. Bu notaya göre:
1- Dört devlet Girit adasında sultanın hukukunu koruyacak,
2- Osmanlı Hükûmeti adadaki kuvvetlerini bir ay içinde çekecek,
3- Ada’da çoğunluğun arzusuna uygun yönetim kurulacaktır.
Osmanlı Devleti egemenlik haklarına ters düştüğü gerekçesiyle notayı reddettiyse de dört büyük devletin isteklerini zorla yerine getirmek mecbu*riyetinde kaldı. 19 Ekim’den itibaren Osmanlı askerleri Ada’dan çıkarılmaya başlandı. İngiliz, Fransız, Rus ve İtalyan birliklerinin Osmanlı askerlerinin bo*şalttığı stratejik noktaları işgaliyle, Girit fiilen dört büyük devletin hakimiyetine geçti.
Ada’da sözde Osmanlı egemenliğinde özerk bir yönetim kurularak başına da vali olarak Yunan Prensi Yorgi’nin getirilmesine karar verildi. Çar ortak kararı II. Abdülhamit’e bildirdi. Avusturya, Almanya ve Osmanlı Devleti’nin karşı çıkmasına rağmen savaşta yenilen Yunanlılar, Yunan Prensi Yorgi’nin adaya vali yapılması suretiyle mükâfatlandırılmış oldu. Babıâli, işgalci dört büyük devletin baskısı üzerine, Prens Yorgi’yi Girit Genel Valiliği’ne atamak zorunda kalmıştı. Yorgi’nin 21 Aralık 1898′de Girit’e giderek adanın yönetimini eline almasından sonra büyük devletlerin askeri birliklerinin ve donanmalarının büyük kısmı Girit’i terketti.
1899′da Giritli hukukçu Elefterios Venizelos tarafından hazırlanan anayasa Girit Kurucu Meclisi tarafından kabul edildi. Prense yardımcı olmak üzere dört Rumla bir Türkten meydana gelen danışma kurulu ile bir meclis kuruldu[2]. Bu suretle Girit’in, Osmanlı Devleti ile bağları kopartılarak, adada Yunanistan’ın etkisi altında adeta bağımsız bir devlet kuruldu.
1901 yılında Prens Yorgi, Girit’i resmen Yunanistan’a bağlamak istedi, fakat Avrupa devletleri buna engel oldular. 1905′de ise Yorgi, yönetiminden memnun olmayan halkın baskısı üzerine, valilikten çekilmek zorunda kaldı. Büyük devletlerin, Yunan kralından, Girit için yeni bir vali seçmesini istemeleri üzerine, eski başbakanlardan Zaimis bu göreve atandı. Böylece, tamamen bir Yunan adası haline gelmiş bulunan Girit, görünüşte de olsa bir müddet daha Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmakta devam etti.
5 Ekim 1908′de Girit Meclisi, adanın Yunanistan’a bağlandığını ilan etti. Osmanlı Devleti bu ilhâka karşı çıktığı gibi büyük devletler de Bosna-Hersek ve Bulgaristan bunalımlarının sürmekte olduğu sırada yeni bir meselenin daha çıkmasını istemediklerinden bu oldu-bittiyi tanımadılar. Bununla beraber İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya, Girit adasında bulunan askerlerini geri çekme*ye karar verdiler. Osmanlı Devleti ise 30 Mart ve 27 Haziran 1909′da İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya’ya başvurarak, askerlerinin tahliyesini geri bırakmalarını istedi. Bu istek kabul edilmedi.
Girit’in tahliyesi demek, Yunanistan’a bırakılması demekti. Bu tahliye nihayet 27 Temmuz 1909 Salı günü tamamlanmış ve sadece Suda limanında hâtıra kabilinden bir Türk bayrağı ile muhafız olarak birkaç büyük savaş gemisi bırakılmıştır. Devletler askerlerini tamamen çektikleri gün Hanya kalesine Yunan bayrağı çekildi. Osmanlı Devleti’nde Girit’teki gelişmelere karşı büyük bir tepki doğmuş ve mesele bir Osmanlı-Yunan anlaşmazlığı halini almıştı. Büyük devletlerin baskısıyla olayların daha fazla büyümesi önlendi. Osmanlı Devleti, 3 Kasım 1909′da büyük devletlere bir defa daha başvurarak, Girit meselesinin kesin olarak çözümlenmesini istedi, fakat bu konuda zamanın daha gelmediği cevabını aldı. Bundan sonra Girit, 1912 yılına kadar, hukuk yönünden Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmaya devam etti.