Ahmet Rasim (Kimdir, Biyografisi)
[caption id="attachment_1341" align="alignleft" width="180"] Ahmet Rasim (Kimdir, Biyografisi)[/caption]Ahmet Rasim 1864 – 1927. ÜNLÜ yazar, gazeteci, şair ve besteci. İstanbul’da doğdu. Tahsilini Darüşşafaka Lisesinde yaptı. 1891 yılında Ahmet Mithat Efendi’nin teşvikiyle gazeteciliğe başladı. Türk basınının gelmiş geçmiş ve ünlü kalemlerinden biri olarak temayüz etti. «Şehir Mektupları» adını taşıyan dört ciltlik eseri ile yine dört ciltlik «Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi» ölümsüz eserleri arasındadır. Aynı zamanda 65 kadar bestesi de vardır. 1927 yılında vefat etmiştir.
TÜRK edebiyatında da, Türk musikisinde de başlı başına bir zirve olan Ahmet Rasim’in 68 yıllık yaşantısı da en az eserleri kadar renklidir.
Ahmet Rasim, daha doğmadan evvel annesi Nevber Hanım’ı boşayan ve hiç bir vakit kendisini arayıp sormayan babası Kıbrıslı Bahaeddin Efendi’yi tanımak dahi istemedi, bu bakımdan onun adını asla anmadı bile. Buna karşılık anasına sonsuz bir sevgi ve saygı ile bağlandı. Zengin bir babanın çocuğu olmasına rağmen çocukluğu fakirlik içinde geçti. Anacığının söylediklerini ömür boyu unutmadı.
«— Bak Rasim’im, dünyada iki dalım var benim Biri sen, biri Yusuf. Fakat o babasının yanında. O zengin, bak ben fakirim. Oku, adam olmaya ça- lır yavrum. Ben de ölürsem sefil kalırsın yoksa…»
Ahmet Rasim, onbir yaşında iken Darüşşafaka Lisesi’ne girdi, anasının nasihatini daima aklında tutarak okudu, 1883 yılında birincilikle mektepten mezun oldu. Hayata memuriyet ile atıldı; Posta Telgraf Nezareti’nin Fen Kalemi’nde birbuçuk yıl çalıştıktan sonra ayrıldı. Kuvvetli bir kalemi vardı. Devrin üstadlarından Ahmet Mithat Efendi, büyük bir istidat gördüğü bu genci, çıkarmakta olduğu «Ter- cüman-ı Hakikat» gazetesine aldı. Ve böylece intisap ettiği basın hayatında bütün ömrünü tüketti.
O akşam sofrada devrin büyük bestekârlarından Tatyos Efendi de vardı. Yeni bir bestesine henüz güfte bulamamıştı. Ahmet Rasim Bey’in satırları, Tatyos Efendi’nin melodisiyle birleşti ve günümüze kadar olanca tâzeliği ile dillerde dolaşan ünlü şarkı ortaya çıkıverdi.
Cumhuriyetin ilânından sonra vükelâ ve ricâl konaklarının bol ahenkli sofraları da tarihe karışmıştı. Ahmet Rasim Bey, BabIâli’den kıt kanaat nafakasını çıkarmaya çalışıyordu ilerlemiş yaşına rağmen.
Bir gün Ankara’ya gitti. Orada, mebus olan eski bir ahbabına rastladı. Milletvekili dostu «— Hayrola üstat, senin Ankara’da ne işin var bakalım?..» diye sorduğu zaman. Ahmet Rasim, kelebek gözlüklerinin altından muhatabına şöyle bir bakıp lakayt bir şekilde «— Ekmekler dört köşe değil de yuvarlak çıktığı için geldim buralara kadar…» cevabını verdi. Milletvekili ahbabı bir şey anlamamıştı onun bu sözlerinden, Rasim Bey bunu gâyet iyi anladığından ilâve etti «Fırından ekmek almak istedim, elimden düştü, başladı yuvarlanmaya, ben de düştüm peşine, böylece buraya kadar geldik işte…» Muhatabı yine bir şey anlamamıştı bu sözlerden. 0 akşam tesadüfen Atatürk’ün yemeğine dâvetli idi; sofrada Rasim Bey’in bu sözlerinden bahsettiği zaman Büyük Atatürk birden yerinden doğruluverdi: «— Bu memleketin kültürüne bunca yıldır hizmet eden Ahmet Rasim gibi bir insan, sana ekmek aramak için geldiğini söyler de nasıl anlayamazsın…» diye söylendi. Ve derhal Ahmet Rasim’in bulunması için emir verdi. Ankara’nın bütün otelleri arandı o gece ve Rasim Bey bulundu, Çankaya’ya getirildi. Büyük Atatürk sofrada hemen yambaşındaki yere buyur etti onu, iltifatlarda bulunduktan sonra: «— Rasim Bey, önümüzdeki seçimlerde İstanbul’dan namzetliğinizi koymanızı istiyoruz, kabul eder misiniz?» diye sordu. Ahmet Rasim pek mütehassis olmuştu, Bu teklifi memnuniyetle kabul etti ve «— Paşam, şimdi daha iyi anladım ki, ekmek hakikaten arslanın ağzında imiş…» dedi. Bu sözler de Ata’nın ayrıca pek hoşuna gitmişti…
Ahmet Rasim, arkasında 1,40′ı aşkın eser ve 65 beste ile bunlar gibi ölümsüz bir isim bırakarak 22 Eylül 1927′de Heybeliada’daki evinde vefat etti.