Agâh Efendi (Kimdir, Biyografisi)
[caption id="attachment_1353" align="alignleft" width="180"] Agâh Efendi (Kimdir, Biyografisi)[/caption]Agâh Efendi 1832 -1885. GAZETECİ ve devlet adamı. İstanbul’da doğdu, elçiliği sırasında. Atina’da oldil. Yusuf Agâh Efendi, tıp tahsilini yarıda bırakarak Tercüme Odası’na memur olmuştu. Fransızca. İngilizce ve İtalyanca öğrendiğinden önce Paris’e Elçilik Kâtipliği’ne gönderildi. 1860 yılında Tercümân-f Ahval gazetesini Şinasi’yle birlikte kurdu. Ertesi yıl Posta idaresinin başına getirildi. İzmit ve Midilli Mutasarrıflığında bulundu. Son görevi ise Atina Elçiliğiydi.
APANZADE Yusuf Agâh Efendi, çok iyi ye- tişmTş bir gençti. Tercüme Odası’ndayken tanıştığı İbrahim Şinasi ile birlikte Tercüman-ı Ahval adiyle, özel kişilere ait ilk Türkçe gazeteyi kurduğu zaman henüz yirmi sekiz yaşında bulunuyordu. Ertesi yıl, çalışkanlığına ve ciddiliğine karşılık onu Posta İda- resi’nin başına getirdiler…
O devirde memlekette posta işleri gayet yavaş gidiyordu. Atlı tatarlar ve posta arabalarıyle bir yerden bir yere eşya ve mektuoların taşınması, resmî yazıların ulaştırılması uzun zaman alıyordu.
O sabah, yeni Posta Nazırı Yusuf Agâh Efendi, fesini biraz arkaya yıkmış olarak makamına geldiği zaman bu seyrek, sivrice sakallı, «Alafranga görünüşlü» genç âmiri karşılayan sermümeyyiz, Posta İdaresi’nin en kıdemli büro şefi kendisine İngiltere’ den gönderildiği anlaşılan bir mektup verdi. Agâh Efendi, birkaç lisan bilir bir kimse olduğu için, setresinin düğmelerini çözerek koltuğuna geçti, otururken bir yandan da kâğıda göz gezdirdi.
Birdenbire karşısında ayakta bekleyen başmü- meyyize, büro şefine mektubun zarfını gösterdi:
— Görüyor musunuz efendi? Bu nedir, zarfın üstündeki?
Büro şefi, oraya yapıştırılmış bir küçük, resimli kâğıt parçası görüyordu. Üzeri de mühürlenmiş. damgalanmıştı. Agâh Efendi, izahat vermeği uygun buldu:
— Buna İngilizler «Stamp», italyanlar «Stam- pa», Fransızlar «Estampe» derler. Bir taşıma işi için hükümetin aldığı ücret miktarını gösterir. Bir çeşit para veya makbuz gibidir. Zarfın üzerine yapıştırılır. Böylece, kaç kuruş vergi veya ücret alındığı anlaşılır. Ücret değiştikçe ıstampanın da rengi, biçimi, resmi ve üzerinde yazılı rakam değişir. Bunu ilk defa 1837 yılında İngiliz Parlâmentosu bir kanunla kabul etmiştir. Vergi alındığına dair damga yapılması için kabul edilen bu kanun posta nakliyatına da 1840 tarihinden itibaren tatbike başlandı. Şimdi bir mucip tezkiresinin müsveddesini kaleme alınız. Sadaret makamına arzedelim ve müsaade alarak bu ko-laylığı biz de tatbike başlayalım.
Başmümeyyiz efendinin ağzı bir karış açık kalmıştı. Ne cin fikirli adamdı şu yeni Posta Nâzın…
Böylece, bedeli önceden ödenecek ıstampalarla değişmez posta ücretleri tatbik edilecek, para külfeti ortadan kalkacaktı. Bilhassa posta şubeleri bundan çok yararlanacaklardı.
Tabiî Agâh Efendi, memuruna bunları anlatırken Hicret yılı tarihlerini söylüyordu. Bulduğu usulün kolaylığını, Tanzimat Fermam’ndan beri batıya dönük işlerin faydalılarını almakta hükümetlerce gösterilen anlayışı bildiği için hiç tereddüt etmeden Sadrazam hazretlerine bu teklifi yaptırmıştı. Yalnız, ıstampa (baskı) gibi yabancı bir deyim kullanmak- tansa, onun yerine «Posta pulu» demeyi uygun gördüler.
Aradan daha bir yıl bile geçmeden, posta pulu usulü yayıldığından, Agâh Efendi’nin çıkarmakta olduğu Tercümân-ı Ahval gazetesinde şuna benzer ilânlar görülmeğe başlanmıştı: «Refik Bey tarafından ayda bir defa çıkarılan Mir’ât adlı resimli gazetenin…. eyâlât (vilâyetler) ve ecnebi memleketler için posta pulu ücretine zam yapılır».
Agâh Efendi gerçi Posta Nazırlığı’nda çok uzun bir zaman kalmadı. Çünkü, ona daha başka resmi görevler de veriliyordu ve bu çalışkan, gayretli genç, hepsinin üstesinden geliyordu. Ne var ki, Yeni Osmanlılar gizli cemiyetinden Ziya Bey’in (Ziya Paşa) arkadaşı olduğu, onunla temas halinde bulunduğu için gazetesi kapatıldı, resmî görevleri üzerinden alındı. Sonraki sürgün hayatında da, Avrupa’ya kaçtığı sırada da, yazılı haberleşmelerinde mektuplar üzerine yapıştırılan posta pulları, ilk defa onun tarafından memlekette tatbik edilmişti.
Agâh Efendi, son derece yakışıklı bir gençti. Bu sebeple, girdiği her yerde görünüşüyle dikkati çeker, karşısındakilerin gönlünü kazanırdı. Bunun gerek gazeteciliği sırasında, gerek nazırlığında çok faydasını görmüştür. İyi tesir bırakmanın^ maksadı elde etmek için yarı yarıya kazanç sağladığım bilmekle beraber, Agâh Efendi, yalnız Yeni OsmanlIlarla ilişkilerinde zarara uğramış, efendiliğine rağmen sadrazamın muhabbetini kazanamamıştı.
Hattâ yakın zamanlara kadar sadece bir devlet memuru, büyük mevkilere geçmiş «Tanzimat Efendisi» olarak bilinirdi. Gazeteciliğimize hizmeti yeni yeni ortaya çıkarılmış, şimdilerde takdir edilmiştir.