Şirince Köyü ve 21 Mart konusu nedir? Son günlerde insanları bir kıyamet korkusu almış gidiyor. Şirince köyü‘ne nasıl gidilir? Herkes ne diye şirince köyüne gidiyor? 21 aralık 2012 de şirince de kıyamet kopmamasının nedeni nedir? Maya takvimine göre 21 Aralık’ta dünyanın sonu gelecek ve kıyamet kopacak. Bu inanışa göre kıyamet sadece Türkiye’deki Şirince Köyü‘ne ve Fransa’nın Bugarach Dağı’na ve eteğindeki aynı isimli kasabaya uğramayacak. Hal böyle olunca sadece 500-600 kişiye hizmet verecek kapasitedeki Şirince’ye canını seven on binlerce kişi gitmek istedi ve köydeki rezervasyonlar neredeyse doldu. Şirince Köyü nerede?
Şarabı ve evleri ile ünlü, insanları da adı gibi şirin yerleşim merkezidir.. Yeşil yamaca sırtını dayamış, zeytin ve incir ağaçları ve erguvanlar arasında heybetiyle dikilen evleri, cumbaları, beyaz duvarları, taş sokakları ve güzel insanlarıyla eski adı Kırkınca; daha sonra buraya yerleşen Türkler tarafından Çirkince ve şimdiki adıyla Şirince ….
Her gidildiğinde, köyün girişinden başlayan, mandalin şarabından çilek şarabına kadar şarap çeşitlerinin bir çoğunu, bir şişe şarap bile satın alsanız tattıran ve sizi dükkanlarında konuk eden şarap evi sahiplerinin ikramlarıyla, yukarı çıkana kadar süren bu tadımlıklar sayesinde solda kalan ufak tepenin üzerindeki, dalları yatmaya musait ağaçta çakırkeyf olunması farzdır..
Eski bir Rum yerleşim yeri olan Çirkince’nin adı, yöredeki derebeyi tarafından azat edilen reayanın uydurduğu bir söylenceden geliyor… Özgürlüklerine kavuşan köylüler yerleşmeleri için kendilerine bir yer seçtiklerinde, derebey ” Kuracağınız köyün yeri nasıl?” diye sorar, köylüler de, -sanırım başkaları gelip yerleşmesin diye – ”Çirkince” karşılığını verirler. Oysa köyün havası öylesine serin, toprağı verimli, dağın yamacından gürül gürül inen suları öylesine dinlendiricidir ki, ”Çirkince” adının ”Kırkınca”dan türemiş olması bana daha mantıklı geliyor.
Ayrıca doğma büyüme buralı olan Dido Sotiriu’da ”Benden Selam Söyle Anadolu’ya” kitabında Şirince de yaşamış Manoli Aksiyotis’in ağzından, bu köyü anlatırken şöyle der: ”Bizim Kırkınca köyü, eski kitaplarda Dağdaki Efes adıyla anılırmış ve bu da bizim köklü bir geçmişe sahip olduğumuzu göstermekteymiş. (…) şu yeryüzünde cennet diye bir şey varsa, bizim Kırkınca o cennetin bir parçası olsa gerekti. (…) hani, köylüyü iliğine kadar sömüren büyük toprak ağaları vardır ya, bizim orda yerleri yoktu onların. Kendi arazisinin efendisiydi her köylü.” -Şimdi de aynen halkı öyle-…
Ve hatırladığım kadarıyla bir zamanlar sekizyüz haneden oluşan bu köyün halkının oldukça çalışkan olduğu, mutlu yaşadığı, komşu Türk köyleriyle can ciğer kuzu sarması geçindiği, akşam olup zeytinden dönen köyün delikanlıları ve kızlarının mandolin eşliğinde şarkılar söyledikleri bir cennet olarak anlatıyordu Çirkince’yi Sotiriu..
Şirince öyle bir yer ki, savaş nedeniyle yok olan bir dünyanın, geri dönmesi mümkün olmayan bir ”yitik cennetin” tüm özelliklerini taşıyor… ” Şu yeryüzünde bir cennet varsa, bizim Kırkınca o cennetin bir parçası olsa gerekti”!!!! …. Ne varki mübadeleden daha insancıl bir dille söylemem gerekirse ”Büyük Ayrılık”tan sonra bu cennet köyden göçenlerin yerine yerleştirilenler, Selanik ve Girit’ten gelen Müslümanlar değerini bilmediklerinden değil ama zeytin ve incir üretimine yabancı olduklarından, kısa sürede cehenneme çevirirler Çirkince’yi. Evleri ahıra dönüştürürler, sokaklarda cılız çocuklar oynamaya başlar, okul öğretmensiz, tarlalar susuz kalır. Ayrık otları kaplar her yanı, meyve ağaçları bakımsızlıktan çürür. Geceleyin el ayak çekilir ortalıktan, taş sokaklar şarkısız kalır.. Ama köyün yeni sahipleri Çirkince adını beğenmeyip, yetkililere başvurup, köyün adını ŞİRİNCE olarak değiştirmeyi başarırlar…
şirince şarapları
Bunları da 1947 yılında yolu buraya düşen Sabahattin Ali söylüyor. Ve oda tıpkı Dido Sotiriu gibi köyün mübadeleden önceki halini bir cennet olarak betimliyor. Ve sonrasını şöyle anlatıyor; ” Burası benim otuz sene önce gördüğüm, içinde en güzel günlerimi geçirdiğim, yer değildi. Şu sağ tarafımda, kapısız, penceresiz, çatısız yükselen dört duvar, bir zamanlar bahçesinde yüzlerce çocuğun oynadığı mektep olamazdı. Şu önümdeki ulu çınarın dibinde, böyle bataklık ortasında bir taş yığını değil, dört gözlü bir mermer çeşme olacaktı. Köyü baştan başa dolaştım, bu sekizyüz evli küçük kasabada, şimdi belki elli aile oturmuyordu. Buraya mübadil olarak yerleştirlen mühacirler, tütüncü oldukları için incirlerini, zeytinlikleri yok pahasına satmışlar, hatta birçok ağaçları kışın kesip yakmışlar, sonra her biri bir tarafa dağılmışlardı.Ortalıkta insan görünmüyordu. Belki yirmi senedir el sürülmemiş gübre ve süprüntü ile, kaldırımları görünmez hale gelen sokaklarda, bazen gözlerinin rengi bile anlaşılmayacak kadar kirli bir çocuk peyda oluyor, bir yabancının geçtiğini fark eder etmez, arkasından çekmeye çalıştıkları keçinin ipini bıraktığı gibi kayboluyordu. Yıllardır boş duran evlerin ne kapıları, ne pencereleri, hatta ne de döşemeleri kalmıştı. Sekiz-on odalı koskaca evlerin sahipleri bile, pencerelerine tahta çiviledikleri bir yer odasına dolmuşlar, öteki odaların dolap kapılarına ve çerçevelerine kadar bütün tahta kısımları kışın söküp yakmışlardı.”
Eski kaleyi arkama aldığımda okuduğum bu satırlar aklıma geldi ve buralarda Sabahattin Ali’nin çok değil en fazla 60 yıl önce yaşadığını düşündüm. Birinci dünya savaşı yıllarında Çirkince’de bulunan yazar anılarındaki cenneti bulamayınca hayal kırıklığına uğramış, kendi deyimiyle ” Gavurda keramet, Müslüman’da kabahat” aramaktansa buradaki toprak ağaları ve beyleri suçlamayı yeğlemişti. Ona bakılırsa eski ”Çirkince”yi milletle alay edercesine ”Şirince” yapanlar, sahipli ülkemizi de sahipsiz kılarak yöreyi talan etmişlerdi. İş bilmez göçmenlere kalmıştı güzelim köy.
Şimdi durum öyle değil neyse ki, ama yine de bir kazanç hırsı, çevre bilinci yerine esnaf zihniyetiyle köşeyi dönme söz konusu.. Bir zamanlar virane olan Şirince evlerinin çoğu bugün onarılmış. Yenilenip pansiyon ya da lokantaya dönüştürülmüş. Altlarına da şarap evleri açılmış. Ne varki hala yıkılmak üzere olan, pencerelerine perde yerine çuval asılmış olan evler de var. Korunmaları gereken bu eski Rum evlerinin yanı sıra köye en tepeden bakan XIX. yüzyıldan kalma Vaftizci Yahya Kilisesi’nin de tuhaf bir konumda olduğunu söylemeliyim. Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla yürütülen onarım ve yenileme çalışmaları bu tarihsel yapının avlusunda bir kahve açılmasını engelleyememiş. Eski köy kahveleriyle de ilgisiz bir formda, daha çok cips- hamburger satan büfeleri andıran bir cafe- kahve(!) Aradan geçen bunca zaman Şirince’yi çirkinleştirmemize yetmemiş. Yine de ruhunu koruyabilmiş, biraz hüzün kokan, bir eski Rum köyü, güzel Şirince… Gece en tepesinde oturulduğunda, huzuru hissedilebilen ve herşeyden uzaklaşılabilen yer… Ve tabi ki o güzel şaraplarıyla, sokaklarındaki sıra sıra mandalin ve portakal ağaçlarıyla içinizde yer edebilecek şirin bir köy. Elbette sıcak insanları şaraplarına da vermişler güzelliklerini.
Mutlaka görülmesi gereken ve ufacık çardağının altında, ardıç ağacından yaptığı kaşıkları satan, kocaman masmavi gözlü, hoş sohbet Ahmet amca ile konuşmadan dönülmemesi gereken güzelim Ege beldesi…
KONAKLAMA NE KADAR ŞİRİNCE’DE
Güllü Konakları 150 euro
Nişanyan Evleri 280-300-350 TL
Markiz konakları 300-350 TL
Efes Konakları 560-850 TL
Kırkınca-Erdem konakları 150-200-300 TL
Güllü Konakları’nda 150 euroya, 21 Aralık’ta konaklama satın alınabilirken, Şirince’nin bir diğer butik oteli Markiz Konaklarında fiyat 300 TL.
21 ARALIK SENARYOSU
Maya takvimine göre, 21 Aralık 2012 tarihinde “Dünyanın sonunun geleceği” tartışmaları uzun süredir gündemde. Buna göre 21 Aralık 2012’de “Büyük çevrim” (Piktun) tamamlanacak. Yaklaşmakta olduğu iddia edilen fakat henüz saptanamayan “Marduk” ya da Antik Sümer metinlerindeki “Nibiru” gezegeni dünyanın dengesini bozacak, büyük depremler, yanardağ patlamaları, seller, buzul istilaları, dev heyelanlar, tsunamiler yaratacak ve insanlık yok oluşun eşiğine gelecek.