On İki ( 12 ) Eylül Askeri Darbesi
12 Eylül 1980 sabahı, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren liderliğindeki beş kişilik bir cunta ekibi tarafından gerçekleştirilen demokrasi karşıtı askerî darbe. Bir "Osmanlı Türk geleneği" olan askerî darbelerin cumhuriyet tarihindeki bilinen üçüncü örneğidir. Bundan sonraki darbe ise ordu birliklerinin ülkeyi fiilen işgal etmesi yöntemine başvurulmaksızın, sivil yöneticilerin ağır biçimde tehdit edilmesi yoluyla 28 Şubat 1996'da gerçekleştirilmiş ve Refahyol Koalisyon Hükümeti iktidardan indirilmiştir. Askerî yönetim taraftarı kimi yarı aydınlar ise geleneksel silahlı abluka ve işgal yöntemlerinin Avrupa Birliği ile entegrasyon çabalarına uygun düşmemesi ve batıda büyük tepki toplaması nedeniyle geliştirilen bu yeni müdahale biçimine sevinçle alkış tutarak "post modern darbe" adını vermişlerdir. Türkiye'de, halkın iyice sindirilip depolitize edildiği kardı 27 Mayıs 1960 darbesiyle oluşturulmaya çalışılan "sessizlik ortamı" topu topu on yıl sürmüştü. Masonların ve sosyalist kanadın direktifleri doğrultusunda gerçekleştirilen 27 Mayıs, solu alabildiğine kayıran, muhafazakârları ise toplumdan ve siyasetten tecrit eden bu tarafgir tavrının sonucunda bizzat kendi Frankenstein canavarını yaratacaktı. Ülkede, çoğunluğunu Marksist-Leninist ya da Maocu grupların gerçekleştirdiği öğrenci gösterileri zamanla kanlı olaylara dönüştü. Türkiye'nin Sovyet- ler Birliği'nin uzaktan komutasında adım adım bir sosyalist ihtilâle doğru ilerlediğini farkeden dönemin Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları darbeci yeniçeri geleneğine bir kez daha başvurarak- yayınladıkları ortak bildiriyle Bakanlar Kurulu'nun çekilmesini, devlet yönetiminde ciddi reformlar yapılmasını istediler (12 Mart 1971). Bu tehditkâr mesajı alan Demirel hükümeti çaresizce istifa etti. Askerlerin tercihleriyle oluşturulan yeni Bakanlar Kurulu ülkede derhal sıkıyönetim ilân etti. 1973'te Fahri Korutürk ülkenin altıncı cumhurbaşkanı seçildi. 1974'te Kıbrıs Barış. Harekâtı yapıldı ve Ada'nın Türklerin yaşadığı bölgeleri askerî güvence altına alındı. Askerlerin dayattıkları bütün çözüm yollarının si- vil yöneticiler tarafından tartışmasız bir itaat içinde teker teker yerine getirilmesine karşın, Türkiye 70'li yıllar boyunca gözle görülür biçimde ekonomik ve sivasal bir kaosa sürüklendi. Ülkede halk iradesine davalı güçlü bir devlet yönetiminin sağlanamaması, kamuoyunda geleceğe dönük bütün güven duygularını yok etti. Can ve mal güvenliği temelinden sarsıldı, sokaklarda her gün 20-30 dolayında insan siyasal kamplaşmalar nedeniyle öldürülmeye başlandı. Batı kentlerinde başlayan terör olayları giderek bütün ülke sathına yayıldı. Aralarında Kahramanmaraş ve Fatsa'nın da bulunduğu bazı il ve ilçelerde karşıt görüşlü gruplar arasında kanlı çarpışmalar yaşanırken, Güneydoğu'da yuvalanan ayrılıkçı Kürt hareketi de ülkeyi bölmek için son derece uygun bir siyasal zemin yakaladı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesi, ülkeyi uçuruma götüren bu tehlikeli süreçte Bakanlar Kurulu ve TBMM kendilerini her türlü manevra yetkisiyle donattığı hâlde, ülkeyi kasıp kavuran anarşi ve terör karşısında ciddi bir etkinlik sağlayamadı. Bunun ise imkânsızlıklardan değil son derece bilinçli bir tercihten kaynaklandığı, dönemin Genelkurmay Başkam Kenan Evren'in 1978'de sarf ettiği "Anarşi ve teröre karşı köklü bir müdahale için şartların ipçe olgunlaşmasını bekliyoruz" şeklindeki açıklamasıyla iyice gün ışığına çıktı. Evren'in yönetimindeki ordu, ülkede şiddet olaylarının iyice kızışmasını, ölü sayısının artmasının ve bunun sonucunda da halkın askeri bir yönetimin iktidara gelişini sevinçle karşılayacağı uygun bir tarihi bekliyordu Sonunda, askerî müdahale için 1980 yılı Eylül ayı uygun bulundu. Görevi süresi dolan Fahri Korutürk cumhurbaşkanlığı makamından ayrılmış, yerine ise meclisteki kısır çekişmeler nedeniyle bir türlü yeni cumhurbaşkanı seçilememiştir. Cumhurbaşkanlığı makamına deneyimli siyasetçilerden İhsan Sabri Çağlayangil vekâlet etmekteydi. Pratikte cumhurbaşkanlığı makamında bir kriz yaşanmamasına ve devlet işleri büyük ölçüde yürümesine karşın, simgesel önemi olan cumhurbaşkanlığı makamının bir türlü doldurulamamış olması ülkenin iç ve dış prestijini büyük ölçüde sarsıyordu. 12 Eylül askerî darbesi için bu durum da bir gerekçe oluşturdu.
12 Eylül 1980 sabahı ülke yönetimine el koyan Kenan Evren ve beraberindeki kuvvet komutanları, Büyük Millet Meclisini, siyasal partileri ve bütün sivil toplum örgütlerini kapattılar. Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri komutanları ve Jandarma Genel Komutanı'ndan oluşan Millî Güvenlik Konseyi kuruldu. Ülkede geniş çaplı bir fişleme, tutuklama ve işkence operasyonu başladı. Türk siyasetinin en önde gelen liderleri cezaevlerine ya da sürgüne gönderildi. Ülkede orduya verilen onca yetkiye rağmen yıllarca bir türlü sağlanamayan iç güvenlik, cuntacıların iktidara gelişinin yalnızca bir kaç hafta sonrasında kolaylıkla sağlandı, sokaklara egemen olan terör dalgası neredeyse tamamen durduruldu. Oysa idarî açıdan değişen hiç bir şey yoktu. Türkiye'de 12 Eylül öncesinde de sonrasında da aynı sıkıyönetim uygulanıyordu.
Ülkede geniş ölçüde bir güvenlik ortamı tesis edildikten sonra, her ilden gelen temsilcilerin katılımıyla bir Danışma Meclisi toplandı. Millî Güvenlik Konseyi ile Danışma Meclisi bu süreçte "Kurucu Meclis" görevini yaptı. Danışma Meclisinde hazırlanan Anayasa, Millî Güvenlik Konseyindeki tırpanlamalarla son şeklini aldı. Temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan sayısız hükümle dolu yeni Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 7 Kasım 1982'de halkoyuna sunuldu. Halk oylamasında kullanılan zarflar ve içlerine atılan oy pusulalarının rengi, olumsuz oyları özellikle belli edecek biçimde düzenlenmişti. Referandum öncesinde estirilen bir korku rüzgârıyla, halk arasında, "oy kullanan herkesin sandık başındaki ajanlar tarafından gözleneceği ve Anayasa'ya red oyu verdiği fark edilenlerin fişleneceği" şeklinde propagandalar yayıldı. Bu da kamuoyu üzerinde geniş çapta etkili oldu ve Anayasa yüzde 92'lik kabul oyuyla onaylandı. Orgeneral Kenan Evren de aynı Anayasa oylaması sonucu Türkiye Cumhuriyetinin 7. cumhurbaşkanlığına seçildi.
1983 yılında yeni seçim ve partiler kanunları benimsendi. Siyasal parti kurmak için bir çok girişim olduysa da bunlardan ancak cuntanın vize verdikleri örgütlenebildiler. 6 Kasım 1983'te üç partinin katılımıyla milletvekili seçimi yapıldı. Seçimlere katılan Anavatan Partisi, askerler tarafından yapılan bütün aleyhte propagandalara karşın sandıktan birincilikle çıktı ve Turgut Özal darbe sonrasının ilk sivil hükümetini kurarak başbakan oldu.
1989 yılında görev süresini doldurarak emekli olan cunta lideri Kenan Evren ise Marmaris'e yerleşerek anılarını yazmaya, medya söyleşilerine konuk olmaya ve resim yapmaya başladı. Kenan Evren, Anayasa'ya koydurduğu geçici bir madde nedeniyle, başta "Anayasal düzeni silah zoruyla yıkma" eylemi olmak üzere kendisine ve yardımcılarına isnat edilen hiç bir suçlamadan ötürü yargılanamadı.